28 Mart 2009 Cumartesi

Ben Güçlüyüm, Güçsüzlüğümde

Bu başlıktaki yazıyı bundan yaklaşık 7 sene önce yazmıştım. O zamanlar siyaseten şimdiye göre çok daha hareketli olduğumuzdan böyle şeylerle de uğraşıyorumuşum demek ki :) Arkadaşım Özgür'ün "Özgür Fikir" diye bir sitesi vardı, orada eklemişti bu yazıyı. Bugün Özgür'le konuşurken bu bütün eski defterleri döktü, baya eğlendik. Yazıyı bana gönderdi, gerçi biraz önce baktım, bende de duruyormuş ( benim böyle şeyleri attığım nerde görülmüş :P ) Her ne kadar insan eski yaptığı şeyleri çocukça bulsa da, bu yazdıklarımdaki görüşlerim hala değişmedi. Tabi yazının çok resmi bir dili var, o biraz sinir edici. Bir de o zamanlar anarşizmle çok ilgilendiğim için çok anarşist bir yazı olmuş :) Yazının nostaljik değeri olduğundan ve hala inandığım şeyler olduğu için buraya eklemeyi uygun gördüm. Tabii "zaten az yazıyoruz, elime malzeme geçti, bari bunu koyayım" gibi bir hin düşünce de yok değil :) Neyse yazı aşağıda.

Küçükken, kendi hayatlarında da farklı bir anlayışa sahip olmayan bazı anne-babaların çocuklarına verdikleri "altın" bir öğüt vardır : "Hayatta güçlü olan kazanır". O zamanlar aklı fikri oyunda olan ya da olması gereken bu çocukların kafası da hafiften bulanmaya başlar. Büyüdüklerinde de bu çocuklar, anne-babalarının, çevrenin, televizyonun onlara yükledikleri "güç" misyonunu gerçekleştirebilmek için mavi gezegenimize ve "güç"ten yoksun kalmış canlılarına etmediklerini bırakmazlar.

Güç, çoğu insanın ulaşmayı hedeflediği şeylerden biridir. Güce ulaşmayı hedefleyen birçok insan, kendilerine dayatılan bu sistemde, özgürlüğün kapılarını onlara açacak olan hayal dünyalarına ulaşamazlar. Zincirlerini kıramayacak olmakla birlikte gündelik yaşamın somut zevklerine emir etmeye başlarlar.

Aslında yukarıda bahsettiğim insanların yaşamlarındaki gelişmeler, sistemin sunduğu kavramlarla iç içe olmaları, karşıt düşüncelere uzak kalmış olmaları açısından olağandır. Yalnız birtakım insanlar vardır ki, onların yaşamlarındaki gelişmeler daha üzücüdür.

Yaşamlarımıza hükmeden sistem, sınırsızlığını bireylerin itaat etmesinden, uyum sağlamasından, daha da önemlisi sistemi sistem yapan kavramları içselleştirmesinden alır. Aslında sistem küçüklüğümüzden beri o kadar içimize yerleştirilmiştir ki, sistemin kavramlarını, düşünce kalıplarını reddetmek, bunlardan kurtulmak da kolay değildir.

Bir dönem felsefeyle ilgilenmiş, insanlığın gidişatı üzerine kafa yorup bir şeyler yapmaya çalışmış, kendini "devrimci", "muhalif" diye tanımlayan bazı insanlar, sistemi sistem yapan militarizm, iktidar, hiyerarşi vb. kavramlarını kurdukları örgütlerin içlerine yerleştirerek sisteme hizmet etmekten farklı bir şey yapmazlar.

Gücü elinde bulunduranlara isyan ederler, çünkü gücü ele geçirmek isterler. Bunu da ezilenler adına yaparlar. Bir insanın ötekine adalet, özgürlük ve ekmek getirmek adına kendine öncülük misyonu biçmesi doğru değildir. İşte kendini öncü olarak tanımlayan bu kesim, gücü ele geçirdiğinde yeni bir sistem üretir, sistemi yıkmaz.

İktidarı kullanarak yapılan bir, daha iyi bir topluma ulaşma girişimi, görece daha eşit bir dağılımı getirebilir. İnsanlar, yeni yöneticilerinden bazı hizmetleri (sağlık, eğitim vb.) ücretsiz de alabilirler. Fakat baskı kalkmadıkça sömürü bitmez, toplum da özgürleşemez. Daha iyi bir toplum isteyen bir hareket, kendini tamamen ahlaki temeller üzerine yapılandırmalıdır. Birtakım isteklere ulaşmak için bu ahlaki temellerden verilecek bir taviz çok şeye mal olabilir.

Bugüne kadar birçok hareket baskıyı, iktidarı vb. kavramları içselleştirdi. İçselleştirdikleri oranda da karşı oldukları kişilere dönüştüler. Daha birçok hareket de bunları içselleştirecek. Bazıları da bunlardan uzak duracak. Ama önemli olan bin bir türlü fraksiyondan önce kendi içimizde bazı yanlışlıkları yok edebilmek. Ölümlü yaşamlarımızda insanlarla hayatı paylaşmak yerine onlara hakim olmayı seçiyoruz. Böylelikle düşlere, yaratıcılığa, özgürlüğe kısaca insana ihanet ediyoruz. Güçle biz, insanı yok ediyoruz. Güçsüzlüğümüzde ise yaşayabiliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder